ZEYNEP DELAV
Yazar Başar Başarır’ı en çok öyküleriyle tanıyoruz. Her seferinde okuru merakla yamacına toplamayı başaran Türk Edebiyatının önemli isimlerinden birisi. İlk romanı ‘Sibop’ ile 2017 Yunus Nadi Roman Ödülü kazanan Başarır, ikinci romanı ‘Dolunay İki Gece Sürer’ ile yeniden okur karşısında. Başarır’la yeni romanını KARAR okurları için konuştum.
Metinlerinize sinmiş bu heyecan için neler söylemek istersiniz? Öykülerinizde de bu ‘düşündürücü neşeden’ söz etmek mümkün. Bu durum “Başar böyle yazıyor” mu? Yoksa bunun için çabalıyor musunuz?
Her ikisi de. Evvela elimden başka türlüsü gelmiyor. Sonra böyle olsun diye çabalıyorum da. Sadece yazarken değil, okurken, izlerken de böyle olsun istiyorum.
Romanınızda geçmişle bugün arasında bir köprü kurmaya çalışıyorsunuz. Anlattığınız tarihi olaylar için oldukça fazla mesai yapmış olduğunuzu düşünüyorum. Neler okudunuz, araştırma yaptığınız eserlerden bahsetmeniz mümkün mü?
Bütün mübadil külliyatını okudum. Yemek kitapları, amatör kültür araştırmalar, sözlükler dahil. Sonra Yunanistan tarihi, yakın, uzak, antik, tamamı. Homeros. Ritsos. Seferis. Herkül Millas. Ve nihayet Girit. Girit kültürü, dili, atasözleri. Girit’te geçen ucuz aşk romanlarını dahi okudum. Not aldım. 2001 yılı için biraz da gazete koleksiyonu karıştırdım. Almanak falan baktım. Merak merakın mayasıdır. Bir şeyi ucundan tutacağım derken pek çok kapı açılıyor ardı ardına.
SON 20 YILIN GERİLİMİNDEN UZAK BİR DÖNEMİ SEÇTİM
Dolunay İki Gece Sürer, Gamze ve babası İhsan Sami Bey’in hikâyesi ancak İhsan Sami Bey’in ailesinin öyküsünde karşımıza bir Türk-Yunan hikâyesi de çıkıyor. Neden Türk ve Yunan, bunun özellikle bir sebebi var mı? Romanın 2000’li yıllarda geçmesi İsmail Cem ve Yunan dostluğunun pekiştiği yakın tarihin anlatıldığı döneme denk gelmesinin de etkisi diyebilir miyiz?
Yunan-Türk meselesi daima ilgimi çekmiştir, ne de olsa mübadil bir ailenin mensubuyum ben de. O kadar benzeşiyoruz ki, hani şarkıdaki gibi, ‘hatalarımız bile hep aynı’. 2001 yılını seçmemin türlü türlü sebebi vardı. İlkin şu son 20 yılın kirinden, pasından, geriliminden uzak bir dönem olsun istedim. Üstelik sizin de işaret ettiğiniz gibi, 2001 Yunan-Türk ilişkilerinden son iyi yılımızdı. Sonrası malum, bir höt-zöt çağı açıldı, yılda beş ayrı kriz yaşayıp ertesi gün unutur olduk Yunanistan ile. Ayrıca kurgu gereği bana hayatta olma ihtimalini yaşatabileceğim bir amca lazımdı ki, 2000’lerin başı zaman itibarıyla mübadele görmüş kuşağın ömür çizgisini çizer aşağı yukarı. Son olarak 2002 yılında bizzat Girit’e gitmiş, romanda anlatılan yerleri o günkü halleriyle görmüş, fotoğraflamıştım. Bu da eşsiz bir katkıydı.
Milliyetçilik denilince özellikle ülkemizde ortak anlayışın dışında bambaşka bir şey anlaşılıyor. Bunun dışında milliyetçiliğin aidiyetlikle ortak bir zeminde buluştuğunu söyleyebilir miyiz? Babasının bıktıran hikâyelerinden yılan Gamze’yi bile milliyetçi olarak görebiliyoruz.
Milliyetçilik çok tartışmalı bir kavram. Hem siyasi yanı var, hem kültürel. Bana sorarsanız daha çok bir inanç sistemine benziyor. Romandaki karakterlerin milliyetçilikle ilişkilerine gelince, o da parçalı bulutlu. Olayların akışı Gamze’yi başlangıçtan başka bir yere getiriyor ama aynı şey babası İhsan Sami Bey için de geçerli. Kendi görüşlerimi değil, yol boyu kader çizgisi değişen insanların hikâyesini yazdım. Ha bana sorarsanız, sen ne diyorsun diye, hiç gocunmadan söylerim, ben her türlü milliyetçiliğin sıkıntılı bir yanı olduğunu düşünürüm.
Baba-kız çatışmaları bir biçimde taşları yerine oturtan, anlama çabalarını da beraberinde getiren bir şey mi size göre?
Ebeveynlik insanlığın doğal yeteneklerinden biri değildir. Başkasından görerek öğrenilir. Çocuklar evdeki büyükleri gözlemler, kendi deneyimleriyle harmanlayıp geleceğin evlatlarına ana baba olurlar. Babasız büyümüş bir erkek çocuğu gün gelip bizzat baba olunca bocalayacaktır kaçınılmaz olarak. Gamze’nin talihsizliği de bu. Babasının babasızlığı. ‘Taşların yerine oturması’ ile insan ruhunun sırlarını çözmekten bahsediyorsanız, evet, size katılırım. Çünkü çocukluk ve ergenlikte yaşanan aile içi çatışmalar gelecekteki ‘ben’ üzerinde muazzam etki sahibidir. Lakin düzgün doğrusal bir etki değildir bu. Herkese başka türlü vurur.
Son olarak, şimdilerde ne yazıyorsunuz?
Henüz yazmaya başlamadım. Bir çeşit kaşıntı halindeyim. Düşünüyorum, okuyorum, araştırıyorum, not alıyorum. Ne de olsa yazmanın onda dokuzu yazmamaktır. Eldeki verilerden yola çıkarak söylersem, ana ekseni ağabey-kardeş çatışması üzerine oturan bir köy anlatısı olacak, sanırım. Klasik ‘köye gelen yabancı’ şablonudur bu; ama nasıl bir köy, nasıl bir yabancı? Bugünün verileriyle bin yıldır değişmeyen bir denklemi kucaklayabilir miyiz, ona bakıyorum.
Haberi Kaynağından oku: Karar
Not : Bu haber karar internet sitesinden, Yeniistiklal.com editörlerinin hiçbir editoryal müdahalesi olmadan otomatik olarak geldiği şekliyle alınmıştır. Bu haberlerin hukuki muhatabı haber kaynaklarıdır. Haberlerle ilgili her tür şikayetinizi [email protected] adresimize gönderebilirsiniz.
Yorum Yazın